Gün ışığı denizin üzerine eğilmiştir, turuncuya çalmıştır deniz… Uzak denizlerdeki adaların deniz fenerleri birer birer ışığını yakmıştır… Akdeniz, en güzel denizidir dünyanın bana sorarsanız, Akdeniz sonsuzdur, Akdeniz hayaller diyarıdır…
Çeşme otobanının sonuna doğru boz tepeleri süsleyen rüzgar gülleri görünmeye başladı mı, mevsimlerden sonbahar, aylardan Kasımsa, günbatımı yaklaşıyorsa yorgun pencerelere, birazdan Alaçatı istikametine doğru yavaştan ayrılacaksam, illa arka fonda “Değirmenler’ şarkısı çalsın isterim… Mahşeri kalabalığın Çeşme sahillerini çoktan boşaltıp, şehirlerine döndüğünü bilirim. Sakinliğin ve rüzgarın hikayesi başlamıştır… Arabamın camını açıp, asfalt uğultusunun, sonsuz rüzgara karışmasını dinlerim…
Bu makalemiz takipçilerimizden Elif tarafından kaleme alınmıştır.Elif ‘e teşekkür ederiz.Sizlerde hikayelerinizi bizimle paylaşırmısınız.HİKAYENİ GÖNDER Ayrıca konaklama için Çeşme Bungalov Oteller ve Alaçatı Bungalov Oteller içeriklerimize bakmanızı tavsiye ederiz.
Gün ışığı denizin üzerine eğilmiştir, turuncuya çalmıştır deniz… Uzak denizlerdeki adaların deniz fenerleri birer birer ışığını yakmıştır… Akdeniz en güzel denizidir dünyanın bana sorarsanız, Akdeniz sonsuzdur, Akdeniz hayaller diyarıdır… Şu çığlık çığlığa dönen martılar, özgürlüğün kadim hikayecileri, nice korsanların ve yorgun kadırgaların sadık hafızaları… Meçhulden gelen dalgalar kıyıya vurur, hüzünlü mektuplar getirir uzaklardan… Ah şu denizlerin bildiğini kimseler bilmez…
Alaçatı’yı sonbaharda ve hatta kışları ayrı severim. Genellikle bir kentin dokusunu, kent kalabalıktan arındığında daha iyi anlarsınız. Mahşeri kalabalık tüm sokakları, sahilleri, parkları doldurduğunda, bana kalırsa bir şeyler eksik kalıyor. İnsanın uğultusu, şehrin büyüsünün önüne geçiyor… Tılsım bozuluyor belki de…
Sabun kokan bir Alaçatı otelinde kalmak gibisi yok. Hava bildiğin karardı, gün yitip gitti, karanlık çöktü. Kaldığım odanın sokağa bakan bir cumbası var, cumbada bir sofa. Sofaya oturup, bomboş sokağı izliyorum. Butik otellerin çoğu kapalı. Sokakta tek tük insanlar, kediler pencerelerin parmaklıklarının ardına tünemiş, hafiften sis çöktü, çiğ damlaları süzülüyor pencerelerden…
Kasımda Alaçatı‘ya gelmemin sebebi 2018 yılından bu yana katıldığım Velotürk Granfondo Çeşme Bisiklet Yarışı. Uluslararası Bisiklet Federasyonu (UCI) standartlarına göre düzenlenen, ağırlıklı amatör bisiklet yarışçılarının katıldığı organizasyon, bisiklet kullanımı konusunda bir farkındalık yarattığı gibi, çoktan biten turizm sezonunun ardından ilçeye ekonomik bir canlılık da getiriyor. Her yıl kasım ayında ve toplamda 2 gün olarak düzenlenen organizasyonun birinci gününde, katılımcılardan toplanan katılım bedelleriyle oluşturulan fon bünyesinde satın alınan bisikletler Çeşme Belediyesi‘nin desteğiyle tespit edilen ve ihtiyaç sahibi olan çocuklara ücretsiz teslim ediliyor. Çeşme Marina‘ya yakın alanda bisiklet ve bisiklet kültürüyle ilgili stantlar açılıyor ve etkinlikler düzenleniyor. Organizasyonun ikinci gününde katılımcılar saat 08:00’da 110 km’lik uzun parkur ve 08:30’da 63 km’lik kısa parkur yarışı için start alıyor. Çeşme yarımadasının eşsiz manzarası eşliğinde kah denizden kopup gelen rüzgarı arkalarına alıp, kah rüzgara karşı zeytin ağaçlarının arasından bazen dik yokuşlara tırmanıp, bazen yokuş aşağı inerek, güzelim Alaçatı sokaklarından geçip, Ilıca istikametine oradan da tekrar Çeşme ilçe merkezine dönerek yarışı tamamlıyorlar. 2018 yılından bu yana katılımcısı olduğum organizasyonun bisiklet kültürüne ciddi düzeyde katkı sağladığını düşünüyorum. 17-60 yaş arası her yaştan insanın bayanlı erkekli yarışa katıldığı organizasyon genç bisiklet sporcularının yetişmesi ve bisiklet sporuna olan ilginin artması bakımından çok önemli. Hem yarışmak hem kışa girmeden son güneşi iliklerimde hissetmek, eşsiz Çeşme havasını ciğerlerime çekmek, yeni hayaller kurmak, yeni yolculukları düşlemek ve yeniden yola çıkabilmek için eşsiz bir motivasyon.
Ben mekân tavsiyesi veren, popüler olanı, tabiri caizse böyle popüler destinasyonlarda magazinsel cazibesi olan, herkesin kendini sular seller gibi etiketleyip paylaştığı yerleri yazmayı veya anlatmayı seven biri değilim. Esas hikâye işin mutfağında, göz önünde olmayan kısmındadır. Trend tabağın, çanağın, camın çerçevenin resmini çekip bir an önce etiketleyerek paylaşmaktan yana. Oysa ki ben, diyelim bir restorana gittim, mutfağın arkasında alınteriyle bu lezzetleri hazırlayanların hikayelerini merak ederim. Esas mesele bu görünmez emekçileri görünür kılmaktır, esas hikâye oradadır.
Her ne kadar mekân tavsiyesi vermesem de, işinin hakkını veren, temiz ve samimimi mümkünse tarihsel hikayesi olan yerlerde yemeyi ve içmeyi severim. Bunlarla ilgili bir iki kelime etmeyi de borç bilirim. Çeşme merkezde marinaya doğru inen trafiğe kapalı sokakta İmren Lokantası tavsiyemdir, temizliği, özenle yerleştirilmiş masaları, sulu ev yemekleri ve ızgaraları harikuladedir. Yine Çeşme merkez ve Alaçatı‘da bir şubesi bulunan İmren Pastanesi harikadır. Gitmediğim yeri, tatmadığım lezzeti de hiç yazmadım, hiç de yazmayacağım. Deneyim olmadan yorum da yapılmaz. Hatta bazen bazı deneyimler farklı zamanlar ve farklı mevsimlerde yapılmalıdır.
Bir de bu yıl tanıştığım ve Alaçatı Pazar Yeri Camii‘nin yanında dükkânı olan camdan kalem üretimi yapan sanatçı Baha Cüneyt Büyükdağ‘ın CALLIGART isimli markası ile camdan kalemlerini ürettiği ve satışını yaptığı dükkanını ziyaret ederek, camdan kalem üretim sürecini yakından görerek eşsiz bir deneyim yaşayabilir ve benim gibi kalemlere hayran bir insansanız, kalem koleksiyonunuza eşsiz ve özel parçalar ekleyebilirsiniz. Camdan kalem ve mürekkep ile yazmanızı tavsiye ederim. Yazarken ne kadar yerinde bir tavsiyede bulunduğum için bana teşekkür edeceksiniz…
Alaçatı‘ya her geldiğimde bir de Mustafa Kemal Atatürk‘ü düşünmeden edemem. Ulu Önder Atatürk‘ün şu sözünü bilmeyen yoktur:
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” Atatürk bu sözü kendisine İzmir‘de düzenlenmek istenen ve tetikçilerden Giritli Şevki Bey‘in Vali Kazım Dirik‘e hain planı son anda bir mektupla bildirmesiyle kurtulduğu İzmir suikastı‘ndan hemen sonra söylemiştir. Suikastçilerin yargılandığı İstiklal Mahkemeleri‘ni etkilermiş gibi görünmek istemeyen Atatürk’ün 30 Haziran- 8 Temmuz 1926 tarihleri arasında Çeşme Ilıca‘da sekiz gün geçirdiği bilinmektedir.
Sekiz gün boyunca Madam Kraemer‘in evinde ikamet etmiş olsa da, günlerinin çoğunu Rasim Palas Oteli‘nde geçirirdi. Kendisi için yeniden düzenlenen üst kattaki balkonlu odada, o dönem önde gelen ticaret adamlarının ekonomik sorunlarını ve yörenin ileri gelenlerinin o dönem yapılmakta olan devrimlere karşı olan tepkilerini dinlediği bilinmektedir. Akşamları onuruna verilen danslı yemeklere katılan Atatürk‘ün vals yaptığı ünlü fotoğrafı da, yine Rasim Palas Oteli‘nin balo salonunda çekilmiştir. 2016 yılında aslına uygun olarak restore edilen ve günümüz koşullarında turizme kazandırılan otelde, 1926 yılında Atatürk’ün konakladığı odada (Atatürk Süiti olarak adlandırılıyor) konaklamakta eşsiz bir deneyim olabilir…
Zaman kısa… Hayaller ile gerçekler arasındaki alanda yaşanır hayat… Yarı uykulu geçirilen bir kış günü gibi…
Bizi hep başkalarının hikayelerini izlemeye alıştırdılar, başkalarının hikayelerini izlemeyin, yola çıkın kendi hikayenizi yaşayın… Gittikçe kendi özünüzü bulacaksınız…
Bunları da Sevebilirsiniz;
- Karadağ: Doğanın ve Tarihin Buluştuğu Bir Cennet
- Kendi Hikayenizi Yazın, Yola Çıkın
- Gölyazı: Zamanın Sakin Akışında Bir Hikaye
''Doğal Tatil mi Planlıyorsunuz? O halde sizler için hazırladığımız bu sayfalara bakarak tatilinizi ayarlayabilir,Türkiye'nin dört bir köşesinde şimdiye kadar görmediğiniz yerleri görebilirsiniz.>>>