Bu yıl yaz tatilinin ikinci faslını güzel bir Balkan turu ile tamamladık. Balkanlar, her gittiğimde daha çok sevdiğim coğrafyalar listesine eklendi 😊
Bu makalemiz takipçilerimizden Öznur tarafından kaleme alınmıştır.Öznur‘a teşekkür ederiz.Sizlerde hikayelerinizi bizimle paylaşırmısınız.HİKAYENİ GÖNDER
1. Gün: Üsküp / Kuzey Makedonya

Sabiha Gökçen’den yaklaşık bir buçuk saatlik bir uçuşla Üsküp Havalimanı‘na iniş yaptık. Şehir merkezine ulaştıktan sonra, gittikçe yürüyerek gezmeyi zorlaştıran sıcak havaya rağmen merkezdeki tarihi alanları gezdik. Gördüğümüz heykellerin çoğunun tarihi eser olduğunu düşünmeye meyilli biri olarak hayal kırıklığına uğradığımı söyleyebilirim. Çünkü paylaştığım heykellerin birçoğu, Yugoslavya‘nın dağılmasının ardından 1991’de bağımsızlığını kazanan ülkenin ilk hükümetleri tarafından 90’lı yıllarda yaptırılan sanat eserlerinden oluşuyordu.
Ülkenin adı, Şubat 2019’dan beri Kuzey Makedonya Cumhuriyeti‘dir. Bir ülkenin adının neden değiştiğini çok merak ediyordum. Yunanistan, Makedonya‘yı Büyük İskender ve Vergina Güneşi gibi kişi ve sembolleri “çalmakla” suçluyordu. Bölge, coğrafi olarak Yunan tarihinde Makedonya bölgesi olarak yer alıyor. Bu sebeple ülke isminin değiştirilmesi, bizzat Yunanistan tarafından talep edilmiştir. Çok ilginç, değil mi? Aşağıdaki fotoğraflarda Büyük İskender‘i, ve Büyük İskender ile annesinin heykellerini görebilirsiniz.
Şehir merkezini ikiye bölen Vardar Nehri üzerinde, Üsküp şehir merkezinde bulunan tarihi Osmanlı köprüsü olan Taşköprü, 1451 yılında, Sultan II. Murad döneminde yapımına başlanmış ve Fatih Sultan Mehmet döneminde tamamlanmış nadide Osmanlı eserlerinden biridir. Taşköprü‘den karşıya geçince sanki zaman değişiyor, tarihin kapısı aralanıyor gibi hissettik. Suyun karşı tarafı Türk Çarşısı olarak adlandırılıyor. Burada herkesle Türkçe konuşabiliyor, rahatlıkla anlaşabiliyor ve hatta yemekte köfte, güveçte kuru fasulye gibi mutfağımızdan aşina olduğumuz yemekleri yiyebiliyorsunuz. Aşağıda, tarihi Osmanlı eserlerinden Davut Paşa Hamamı‘nı ve konakladığımız Bushi Otel‘in yanında yer alan Mustafa Paşa Camii‘ni görebilirsiniz.
Türk Çarşısı‘ndaki lokantalarda yediğimiz ve çokça sevdiğimiz Shopska salata‘ya ayrı bir parantez açmak istiyorum; çünkü çok güzeldi 😊. Aslında, doğranmış domates, salatalık ve peynirden oluşan bu salata, özel bir peynire sahiptir. Rehberimizin anlattığına göre, inek ve koyun sütlerinin karışımından elde edilen beyaz peynir, çevre köylerden temin edilerek lokantalarda kullanılıyormuş. Yemesi çok keyifli bir salata; kesinlikle tavsiye ederim. Bu salata pek çok Balkan ülkesinde bilinen ve tüketilen bir yemektir.
2. Gün: Ohrid ve Bitola / Kuzey Makedonya

Kahvaltı sonrası yola çıktık. İki saatlik bir yolculuğun ardından, Kuzey Makedonya‘nın güney batısında, Arnavutluk sınırında yer alan Ohrid şehrine geldik. 1395 yılından 20. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı egemenliğinde kalan şehri gezerken, sanki Safranbolu‘da geziyormuşsunuz gibi hissettiniz. Ohrid Gölü, temel yaşam kaynağıdır; rehberimizin anlattığına göre, 1900’lü yılların başında, hammaddesi sedef olan ve Ohrid Gölü‘nde yaşayan bir çeşit balıktan elde edilen pullarla inci üretimine başlanmıştır. Günümüzde şehir, gölü ve incisiyle anılmaktadır. Şehir 1979 yılında UNESCO tarafından koruma altına alınmıştır. Bu arada şehrin ismi “Ohrid” ama “Ohri” de denir. Birkaç saat geçirdiğimiz bu güzel şehirde göl kenarında yürüyüş yaptık, hediyelik eşyalar aldık ve özellikle inciden yapılmış takılar satın alarak keyifli anılar biriktirdik; ardından bizim için anlamı çok büyük olan Bitola‘ya doğru yola çıktık.
3. Gün: Belgrad / Sırbistan

Sabah 07:00’de yola çıktık. Bugün yolumuz uzundu. Yaklaşık 5-5 buçuk saatlik bir otobüs yolculuğu ile Kuzey Makedonya‘ndan Sırbistan‘a geçtik. Sınırda, pasaport kontrolü sırasında yaklaşık yarım saat bekledik. Sırbistan, sandığımın aksine bir tarım ülkesidir; ülkenin dört bir yanında geniş mısır tarlaları yer alıyordu. Öğleden sonra, indiğimiz Belgrad şehir merkezinde iki saatlik bir keşif yaptık. Belgrad Kalesi‘ni, kalenin içinde bulunan Damat Ali Paşa Türbesi‘ni ve kalenin bahçesinden Tuna ile Sava Nehri‘nin birleşim noktasını görme şansı yakaladık. Ayrıca, şehir merkezindeki geniş caddelerde bolca yürüyerek, estetik keyif veren eski binaların arasında kaybolduk.
Eski binalardan bahsederken, Moskova Otel‘e de değinmek gerekir. 1905 yılında yapımına başlanan otel, 1908’de faaliyete geçmiş. Bahçesinde kahvenizi yudumlayabileceğiniz şık bir kafeterya bulunan ve Belgrad‘ın simge binalarından biri olan Hotel Moskva, Terazije Meydanı‘nda yer alır. Rehberimiz burada, Albert Einstein, Alfred Hitchcock ve Maxim Gorky gibi ünlü isimlerin konakladığını aktardı.
Belgrad’da gezerken bilmeniz gereken önemli noktalardan biri, Türkçe‘den birçok sözcüğün Sırpça‘da da bulunmasıdır. Yaklaşık 9 bin ortak kelime olduğu ve bunlardan 3 bin tanesinin günlük hayatta kullanıldığı söyleniyor. Tecrübeme göre; Moskova Otel‘de kahve siparişi verirken sorduğum “Is it traditional Turkish coffee?” sorusuna, garsonun “Yes, we cook it with cevze” cevabıyla bu durumu anladım 😊.
Aşağıda sırasıyla Belgrad‘ın ana caddesi, Damat Ali Paşa Türbesi, Belgrad Kalesi ve Moskova Otel‘in fotoğraflarını görebilirsiniz.
4. Gün: Karlofça – Novi Sad / Sırbistan

Oteldeki sabah kahvaltısının ardından yeniden yola çıktık. Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuğun sonunda Karlofça‘ya vardık. Tarih sevenler, Osmanlı İmparatorluğu‘nun son dönemlerindeki Karlofça Antlaşması‘nı hemen hatırlayacaklardır. 1699 yılında, Osmanlı İmparatorluğu ile Kutsal Roma Germen İmparatorluğu bünyesindeki ittifak devletleri arasında imzalanan bu antlaşma, Osmanlı için gerileme döneminin başlangıcı olarak kabul edilir.
Küçük ve sakin bir kasaba olan Karlofça‘da bir Ortodoks kilisesi; öğleden sonra ziyaret ettiğimiz Novi Sad‘da ise bir Katolik kilisesi gördük. Böylece, iki farklı mezhebe ait ibadethanelerin mimari özelliklerini yakından inceleme fırsatı bulduk. Özetle; kubbeli ve yuvarlak hatlara sahip olanlar Ortodoks kilisesini, keskin hatlara sahip olanlar ise Katolik kilisesini işaret ediyor.
kilise1.jpg kilise2.jpg kilise3.jpg kilise4.jpg
Öğle yemeğimizi, Petrovaradin Kalesi‘ni gördükten sonra Tuna Nehri kenarındaki bir restoranda yedik ve ardından Novi Sad‘dan Belgrad‘a doğru yola çıktık. Belgrad‘a yeniden gidersem görmek isteyeceğim yerlerden biri Tesla Müzesi idi. Saat kısıtlamaları ve belirli saatlerde sadece Sırpça yapılan tanıtımlar nedeniyle ne yazık ki Tesla Müzesi‘ni göremedik. Ünlü Sırp bilim insanı, Nicola Tesla‘ya adını veren; Tesla bobini, Tesla türbini, radyo ve asenkron motor gibi günümüzde kullandığımız birçok aletin mucididir.
5. Gün: Saraybosna / Bosna Hersek

Sabah kahvaltısının ardından Belgrad‘an yola çıktık; dağ ve nehir manzaralı yemyeşil yolları aşarak öğleden sonra Saraybosna‘ya ulaştık. Şehirdeki ilk durağımız, savaş zamanında Boşnak Türk halkının hayatta kalmasını sağlayan Tünel oldu. Ne yazık ki, Bosna Hersek‘te gezerken savaştan izleri görmemek, o acı dolu günleri hatırlamamak mümkün değil ☹. Tünel girişinde, o dönemi daha iyi anlamamızı sağlayan 15–20 dakikalık bir video izledik; insanın tüyleri diken diken oldu.
Çevresi dağlarla çevrili olan Saraybosna, Sırp ve Hırvat birliklerce tamamen kuşatılmıştı. Saraybosna Umut Tüneli, Bosna Savaşı sırasında kuşatma altındaki Saraybosna‘yı, o sırada Birleşmiş Milletler kontrolündeki Saraybosna Uluslararası Havalimanı‘na bağlamak üzere 30 Temmuz 1993’te açılan, 800 metre uzunluğunda bir tüneldir. Gıda, insani yardım ve cephanenin şehre ulaşması ile insanların şehirden çıkabilmesi amacıyla kullanılan bu tünelde, savaş döneminde günde ortalama 1000 kişi seyahat ediyormuş. Tünel çıkışında, yerde kırmızı boyalı alanlar vardı. Rehberimize göre, bu alanlar şarapnel ve bomba isabeti sonucu oluşmuş; masum insanların ölümlerini hatırlamak için bu şekilde boyanmıştır ve adı Bosna Gülü olarak belirlenmiştir.
Saraybosna şehir merkezine doğru ilerledik. Şehrin çarşısında gezerken, sanki Bursa, Edirne ya da İstanbul‘daki tarihi çarşılardan birinde olduğunuz hissine kapıldınız. Baş Çarşı‘da, sebil ve etrafında hediyelik eşya satan dükkanlar, çay/kahve içilebilecek kafeler; ayrıca Balkan deyince akla gelen lezzetlerden biri olan börek yiyeceğiniz mekanlar vardı. Burek için ayrı bir parantez açalım, çünkü gerçekten çok güzeldi 😊. Mekan önerimi fotoğraflarla paylaştım; orada yedik ve oldukça beğendik. Çarşı genel olarak kalabalık olsa da, esnaflarla genellikle Türkçe iletişim kurulabiliyordu.
Baş Çarşı‘dan yürüyerek Sönmeyen Ateş Anıtı‘na doğru ilerledik. Bu arada, yerde doğu ile batıyı ayıran bir çizgi göreceksiniz. Tıpkı Üsküp‘te köprünün iki tarafı ayırması gibi, bu çizgi de Türk Çarşısı ile Avrupa kısmını ayıran bir semboldür. Anıta gelecek olursak; 1946 yılında II. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden sivil ve askerler adına yapılan bu anıt, “Sönmeyen Ateş” adıyla bilinir. Bosna Savaşı sırasında yakıt yetmezliği ve bir trafik kazası nedeniyle iki defa söndürülmüştür.
6. Gün: Mostar / Bosna Hersek

Saraybosna‘yı 2019 yılında ilk ziyaretimizde de çok sevmiştim. Bu defa, daha önce görmediğimiz lokasyonları da keşfetme fırsatı bulduk. Turumuzun son gününde, ilk olarak şehir merkezine oldukça yakın Ilicha (Ilidza) ilçesinde bulunan Vrelo Bosne Milli Parkı ile başladık. İnanılmaz güzellikte bir park; rehberimiz, parkta altı farklı su kaynağı olduğunu belirtti ve biz de bu kaynaklardan su içtik. “Yeryüzündeki cennet burası olabilir” diye düşündük. Yeşilin birçok tonunu aynı anda görebileceğiniz tam bir görsel şölen yaşadık. Yaz günü olmasına rağmen sabah hafif yağmur çiseliyordu; bu durum fotoğraflara masalsı bir güzellik kattı. Gerçekten anlatılmaz; yaşanır diyorum. Aşağıda birkaç fotoğrafı bulabilirsiniz.
Son durağımız ise Mostar oldu. Mostar şehrinin simgesi olan köprü, Mostar‘dan geçen Neretva Nehri üzerinde bulunuyor. Orijinal köprü, Mimar Sinan‘ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilmiş ve 9 Kasım 1993’te Bosna Savaşı sırasında Hırvat güçleri tarafından yıkılıncaya kadar 427 yıl hizmet vermiştir. Yeniden inşa edilen köprü, 23 Temmuz 2004’te hizmete girmiş; 2005 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edilmiştir.
Bosna‘daki şehirler, adeta yeşilin ve turkuazın hakimiyetiyle büyüleyici bir atmosfer sunar. Dördüncü fotoğrafta yer alan Alperenler Tekkesi, Blagaj şehir merkezine yakın bir konumda yer alır. Bu tekke, aynı zamanda Sarı Saltuk Tekkesi olarak da bilinir ve yaklaşık 600 yaşındadır. Geçmişte Halveti dervişleri tarafından kullanılan bu mekan, ziyaretiniz sırasında, Buna Nehri kenarındaki Tekija Restoran‘da balık yemenizi şiddetle tavsiye eder.
Dolu dolu geçen son günümüzle birlikte turumuzu tamamladık ve ertesi gün ülkemize döndük. Umarım anlatımım, bu üç şehri gezmek kadar deneyimlemişsinizdir 😊. Bana çok keyif veren rotalardan oldu Balkanlar. Eğer birkaç gün süreniz varsa, tarih, doğal güzellikler ve lezzetli yemekler arıyorsanız, mutlaka bir Balkan şehrini ziyaret edin derim.
Bunları da Sevebilirsiniz;
- Balkanlar’da 6 Gece 7 Gün: Üsküp, Belgrad, Saraybosna Rotalı Vizesiz Tatil
- Karadağ: Doğanın ve Tarihin Buluştuğu Bir Cennet
- Kendi Hikayenizi Yazın, Yola Çıkın